12 Kasım 2013 Salı

Asıl Sorun Gezi Sonrasında




Gezi Direnişi 11 yıllık AKP iktidarında bir dönüm noktası oldu. Bu dönüm noktası, sanıldığı gibi, Gezi Direnişi’ni doğuran alkol yasağı, Gezi Parkı’nın yerine kışla görünümlü AVM kondurulması girişimi, Gezi eylemcilerine karşı uygulanan şiddet gibi anti-demokratik politikalar değil AKP çevresinin Gezi’yi okuma biçimidir. Ne kadar tehlikeli bir zihniyetle karşı karşıya olduğumuzu anlamak için asıl bu çevrenin Gezi sonrası içine girdiği ruh haline bakmak lazım. Gezi eylemiyle bütün Türkiye’ye yayılan protesto gösterilerinde eylemcilere karşı sergilenen polis şiddeti bu toprakların alışıldık ceberrut devlet refleksidir. Bu tavrın en azından benim için hiç de şaşılacak yanı yok. AKP iktidarı boyunca da Gezi haricinde sayısız örneğine tanık olmuştuk.  

Hatırlanacağı gibi, AKP’nin resmî/gayrı resmî danışmanları ve maaşlı kalemşörleri direnişin yarattığı ilk şoku atlattıktan sonra Gezi’yi bir uluslararası darbe komplosu olarak lanse ettiler. Bu çevreden birkaç komplo teorisyenin ortaya attığı tez çok kullanışlı bir savunma aracı olarak AKP tarafından hemen sahiplenildi. Tabandaki insanların çoğu böyle planlı bir organizasyon olduğuna içtenlikle inandı, onların algılarını yönlendiren AKP yönetimi ve propaganda network’ü de kendileri inanmasa bile işe yaradığını görünce bu malzemeyi temel argüman haline getirdi. Gezi’yi “uluslararası komplo” olarak konumlandırınca AKP&Erdoğan da otomatikman “şeytani odakların ve bunların yerli işbirlikçilerinin kurbanı” pozisyonuna yerleşti. AKP ve çevresi Gezi’den günümüze dek Türkiye’de ve hatta Ortadoğu’da - dünyada olan biten her şeyi bu şablona göre okumaya başladı. Önceleri Gezi muhalefetini itibarsızlaştırma amacıyla kasıtlı olarak ortaya atılan bu zırva teoriyi AKPliler çok geçmeden gerçek bir olguymuş gibi kabul ettiler. Bu okuma o raddeye vardı ki tam da Gezi Direnişi sıcağında gerçekleşen Mısır’daki askeri darbenin bile aslında Türkiye’de Erdoğan’a karşı yapıldığına inandılar. (Mısır’da darbecilerin öldürdüğü Mursi yanlılarının intikamının Gezi destekçilerinden alınması gerektiği yönünde tweetler okumuştum)

Seçmeninden başbakanına, ücretli propagandacısından Twitter trolüne kadar AKP çevresi için Gezi “Komplosu” fizikteki “her şeyin teorisi” haline geldi. Faizler mi yükseldi, Gezi’nin arkasındaki Faiz Lobisi’nin işiydi; Türk lirası değer mi yitirdi, arkasında Gezici finans çevreleri vardı; Barış süreci tıkanma sinyalleri mi veriyor, Gezici darbeciler barışı dinamitleyerek hükümeti zor durumda bırakmak istiyordu; Türkiye olimpiyatları alamadı mı, sebebi Gezicilerin ve yabancı işbirlikçilerinin komplosuydu; İstanbul’da trafik mi kilitlendi, sebebi Gezicilerin araçlarıyla kasıtlı olarak kaza yapıp trafiği tıkamalarıydı, Marmaray’da aceleye getirilmiş açılış yüzünden teknik aksaklıklar mı baş gösterdi, trenleri Geziciler bozuyordu, etc etc etc…

İşte karşı karşıya olduğumuz asıl büyük sorun  bu… AKP ve çevresi gün geçtikçe bu komplocu bakışı içselleştirip kendisi dışındaki herkesi “komplocu hain düşman” diye lanse ederek her türlü muhalefeti şeytanlaştırıyor, böylelikle politika zeminini yok ediyor. Şöyle son altı ayda ülke gündemine gelen geçenleri bir hatırlarsak, Gezi Komplosu teorisi ortaya atıldığından bu yana hemen hemen hiçbir sorunu içerik boyutuyla tartışmadık. Konu hemen “X olayı Gezici komplosu mu değil mi?” noktasına getirildi ve bunu tartışmaya koyulduk. Bu şekilde hem sorunların özü gözden kaçırıldı hem de üzerinde sorun çözme görevi olan Hükümet bu sorumluluğundan sıyrıldı. Bununla da kalmadı; suç ve sorumluluk, komploculukla itham edilen sorunların mağduru durumundaki muhalefete yüklendi (İstanbul trafiğinde çile çeken Gezi taraftarı bir muhalifi gözünüzün önüne getirin). Gezi’den bu yana neredeyse her türlü muhalefet, hatta trafik sorununda olduğu gibi AKPli yerel yönetimlerin veya hükümetin çuvallamaları bile komplo teorileriyle açıklanmaya başladı.

Bununla eşzamanlı olarak, Tanrı tarafından Türkiye’ye bir lütuf olarak bahşedilmiş ancak uluslararası şeytani güç odaklarının hedefi durumundaki, hatadan münezzeh bir lider (Erdoğan) miti oluşturuldu. Bu mit inşası Gezi süreci öncesinde başlamıştı ancak Gezi’yle birlikte elle tutulur gözle görülür hale geldi. “Dünya lideri”, “Dik dur eğilme, bu millet seninle” gibi sloganlarla kültleştirilen Erdoğan’a yönelen her eleştiri suç olarak görülmeye başladı. İktidar yandaşı kalemşörler bunu öylesine bir imanla benimsediler ki içlerinden biri, açıklamaları Erdoğan tarafından sürekli tekzip edilip aşağılanan “Hükümet Sözcüsü” Bülent Arınç’ın bu aşağılamaya isyanını bile “darbecilik” olarak niteledi. Bir politik lideri böyle bir konuma yerleştirdiğiniz zaman da onun her sözünde bir hikmet, her işinde bir hayır, bunlara itiraz edilmesinde de komplo görmeniz doğal hale gelir. Yaşadığımız da aynen bu.

İktidar ve yandaşları farkında mı bilmem ama böyle davranarak politika yapma, konuşma, tartışma zeminini tamamen ortadan kaldırıyorlar. Artık mevcut sorunlara eklenmiş ve onların da en üstüne çıkmış en büyük sorunumuz budur. Bu hükümetin ve başbakanın bu ülkeye ilahi bir lütuf olarak gönderildiğine, o ilahi misyonun tamamlanması için onun hep iktidarda kalmasına ve ona yönelen her itirazın darbe amaçlı şeytani bir komplo olduğuna iman etmiş insanlar o muhalefeti engellemek için her şeyi yapabilirler. Gezi sürecinde bunun örneklerine tanık olduk. Gezi’ye ucundan kenarından destek vermiş ya da hükümetin yanında konumlanmamış herkes bugün işini/gelirini, yazı yazdığı köşesini kaybetme ve itibarsızlaştırılma tehdidiyle karşı karşıya. Merkez medya susturulmuş, muhalefet fiilen parlamentoya hapsedilmiş, parlamento da bir kişinin kendinden menkul kararları doğrultusunda onay merci haline getirilmiş durumda. Tam da bu boşluktan dolayı patlayan parlamento dışı muhalefet ise yukarıda sözünü ettiğim komplo yaftasıyla şeytanlaştırılıp şiddetle bastırılıyor.

Bir hükümeti ve lideri tanrısal bir misyonla görevlendirilmiş, hep iktidarda kalması gereken bir güç, ona yönelen her muhalefeti de “darbe tertibi”, “uluslararası komplo” olarak gören bir zihniyetin herhangi bir otoriter rejim zihniyetinden pratikte hiçbir farkı yoktur. Bu komplocu bakış, bu “Türkiye AKP’ye ve Erdoğan’a mecbur” algısı var olan biçimsel demokrasiyi ortadan kaldırmak da dahil her türlü sonuca kapı aralar. İstikamet de oraya doğru…



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder