Gezi
Direnişi 11 yıllık AKP iktidarında bir dönüm noktası oldu. Bu dönüm noktası,
sanıldığı gibi, Gezi Direnişi’ni doğuran alkol yasağı, Gezi Parkı’nın yerine kışla
görünümlü AVM kondurulması girişimi, Gezi eylemcilerine karşı uygulanan şiddet gibi
anti-demokratik politikalar değil AKP çevresinin Gezi’yi okuma biçimidir. Ne
kadar tehlikeli bir zihniyetle karşı karşıya olduğumuzu anlamak için asıl bu
çevrenin Gezi sonrası içine girdiği ruh haline bakmak lazım. Gezi eylemiyle bütün
Türkiye’ye yayılan protesto gösterilerinde eylemcilere karşı sergilenen polis
şiddeti bu toprakların alışıldık ceberrut devlet refleksidir. Bu tavrın en
azından benim için hiç de şaşılacak yanı yok. AKP iktidarı boyunca da Gezi
haricinde sayısız örneğine tanık olmuştuk.
Hatırlanacağı
gibi, AKP’nin resmî/gayrı resmî danışmanları ve maaşlı kalemşörleri direnişin
yarattığı ilk şoku atlattıktan sonra Gezi’yi bir uluslararası darbe komplosu
olarak lanse ettiler. Bu çevreden birkaç komplo teorisyenin ortaya attığı tez çok
kullanışlı bir savunma aracı olarak AKP tarafından hemen sahiplenildi. Tabandaki
insanların çoğu böyle planlı bir organizasyon olduğuna içtenlikle inandı, onların
algılarını yönlendiren AKP yönetimi ve propaganda network’ü de kendileri
inanmasa bile işe yaradığını görünce bu malzemeyi temel argüman haline getirdi.
Gezi’yi “uluslararası komplo” olarak konumlandırınca AKP&Erdoğan da otomatikman
“şeytani odakların ve bunların yerli işbirlikçilerinin kurbanı” pozisyonuna
yerleşti. AKP ve çevresi Gezi’den günümüze dek Türkiye’de ve hatta Ortadoğu’da
- dünyada olan biten her şeyi bu şablona göre okumaya başladı. Önceleri Gezi
muhalefetini itibarsızlaştırma amacıyla kasıtlı olarak ortaya atılan bu zırva teoriyi
AKPliler çok geçmeden gerçek bir olguymuş gibi kabul ettiler. Bu okuma o
raddeye vardı ki tam da Gezi Direnişi sıcağında gerçekleşen Mısır’daki askeri
darbenin bile aslında Türkiye’de Erdoğan’a karşı yapıldığına inandılar. (Mısır’da
darbecilerin öldürdüğü Mursi yanlılarının intikamının Gezi destekçilerinden
alınması gerektiği yönünde tweetler okumuştum)
Seçmeninden başbakanına, ücretli propagandacısından Twitter trolüne kadar AKP
çevresi için Gezi “Komplosu” fizikteki “her şeyin teorisi” haline geldi. Faizler
mi yükseldi, Gezi’nin arkasındaki Faiz Lobisi’nin işiydi; Türk lirası değer mi
yitirdi, arkasında Gezici finans çevreleri vardı; Barış süreci tıkanma
sinyalleri mi veriyor, Gezici darbeciler barışı dinamitleyerek hükümeti zor
durumda bırakmak istiyordu; Türkiye olimpiyatları alamadı mı, sebebi
Gezicilerin ve yabancı işbirlikçilerinin komplosuydu; İstanbul’da trafik mi
kilitlendi, sebebi Gezicilerin araçlarıyla kasıtlı olarak kaza yapıp trafiği tıkamalarıydı,
Marmaray’da aceleye getirilmiş açılış yüzünden teknik aksaklıklar mı baş
gösterdi, trenleri Geziciler bozuyordu, etc etc etc…
İşte karşı karşıya olduğumuz asıl büyük sorun bu… AKP ve çevresi gün geçtikçe bu komplocu
bakışı içselleştirip kendisi dışındaki herkesi “komplocu hain düşman” diye
lanse ederek her türlü muhalefeti şeytanlaştırıyor, böylelikle politika
zeminini yok ediyor. Şöyle son altı ayda ülke gündemine gelen geçenleri bir
hatırlarsak, Gezi Komplosu teorisi ortaya atıldığından bu yana hemen hemen
hiçbir sorunu içerik boyutuyla tartışmadık. Konu hemen “X olayı Gezici komplosu
mu değil mi?” noktasına getirildi ve bunu tartışmaya koyulduk. Bu şekilde hem
sorunların özü gözden kaçırıldı hem de üzerinde sorun çözme görevi olan Hükümet
bu sorumluluğundan sıyrıldı. Bununla da kalmadı; suç ve sorumluluk,
komploculukla itham edilen sorunların mağduru durumundaki muhalefete yüklendi (İstanbul
trafiğinde çile çeken Gezi taraftarı bir muhalifi gözünüzün önüne getirin). Gezi’den
bu yana neredeyse her türlü muhalefet, hatta trafik sorununda olduğu gibi AKPli
yerel yönetimlerin veya hükümetin çuvallamaları bile komplo teorileriyle
açıklanmaya başladı.
Bununla eşzamanlı olarak, Tanrı tarafından Türkiye’ye bir lütuf olarak
bahşedilmiş ancak uluslararası şeytani güç odaklarının hedefi durumundaki,
hatadan münezzeh bir lider (Erdoğan) miti oluşturuldu. Bu mit inşası Gezi süreci
öncesinde başlamıştı ancak Gezi’yle birlikte elle tutulur gözle görülür hale
geldi. “Dünya lideri”, “Dik dur eğilme, bu millet seninle” gibi sloganlarla kültleştirilen
Erdoğan’a yönelen her eleştiri suç olarak görülmeye başladı. İktidar yandaşı
kalemşörler bunu öylesine bir imanla benimsediler ki içlerinden biri,
açıklamaları Erdoğan tarafından sürekli tekzip edilip aşağılanan “Hükümet
Sözcüsü” Bülent Arınç’ın bu aşağılamaya isyanını bile “darbecilik” olarak
niteledi. Bir politik lideri böyle bir konuma yerleştirdiğiniz zaman da onun
her sözünde bir hikmet, her işinde bir hayır, bunlara itiraz edilmesinde de
komplo görmeniz doğal hale gelir. Yaşadığımız da aynen bu.
İktidar ve yandaşları farkında mı bilmem ama böyle davranarak politika
yapma, konuşma, tartışma zeminini tamamen ortadan kaldırıyorlar. Artık mevcut
sorunlara eklenmiş ve onların da en üstüne çıkmış en büyük sorunumuz budur. Bu
hükümetin ve başbakanın bu ülkeye ilahi bir lütuf olarak gönderildiğine, o
ilahi misyonun tamamlanması için onun hep iktidarda kalmasına ve ona yönelen
her itirazın darbe amaçlı şeytani bir komplo olduğuna iman etmiş insanlar o
muhalefeti engellemek için her şeyi yapabilirler. Gezi sürecinde bunun
örneklerine tanık olduk. Gezi’ye ucundan kenarından destek vermiş ya da
hükümetin yanında konumlanmamış herkes bugün işini/gelirini, yazı yazdığı
köşesini kaybetme ve itibarsızlaştırılma tehdidiyle karşı karşıya. Merkez medya
susturulmuş, muhalefet fiilen parlamentoya hapsedilmiş, parlamento da bir
kişinin kendinden menkul kararları doğrultusunda onay merci haline getirilmiş durumda.
Tam da bu boşluktan dolayı patlayan parlamento dışı muhalefet ise yukarıda
sözünü ettiğim komplo yaftasıyla şeytanlaştırılıp şiddetle bastırılıyor.
Bir hükümeti ve lideri tanrısal bir
misyonla görevlendirilmiş, hep iktidarda kalması gereken bir güç, ona yönelen
her muhalefeti de “darbe tertibi”, “uluslararası komplo” olarak gören bir
zihniyetin herhangi bir otoriter rejim zihniyetinden pratikte hiçbir farkı
yoktur. Bu komplocu bakış, bu “Türkiye AKP’ye ve Erdoğan’a mecbur” algısı var
olan biçimsel demokrasiyi ortadan kaldırmak da dahil her türlü sonuca kapı
aralar. İstikamet de oraya doğru…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder