8 Aralık 2011 Perşembe

Pi Ülkesi








Pi, bir vasatlık ülkesiydi. Vasatlığın tanımı ve bizzat kendisiydi. Pi ülkesinde her şey bir ortalamada karar kılardı. Ülkenin Dünya denen gezegende yer aldığı coğrafi konum bile ortalarda bir yerdeydi. Ne Güney, ne Kuzey. Ne Doğu ne Batı. Hem Güney hem Kuzey. Hem Doğu hem Batı. Bir yanıyla Doğulu bir ülkeydi, bir yanıyla Batılı. Topraklarının yüzölçümü bakımından dünyanın en büyük ülkeleri arasında yer almıyordu ama küçük de sayılmazdı. Aşırı kalabalık değildi ama yine de önemli bir nüfusa sahipti. Ekonomisi güçlü sayılmazdı ama kendi kendine yetebiliyordu. Finans sistemi ziyadesiyle kırılgandı ama en ağır krizlere bile dayanabiliyordu. Pi ülkesi hep ortalarda koşan, hiçbir yarışı kazanamasa da ilk turlarda elenmeyen, dereceye giremese bile hiçbir zaman sonuncu da olmayan bir atlet gibiydi. Pi ülkesinin gergin derisinin altında yıpranıp pelteleşmiş bir kas yığını vardı. Yine de bu yumuşak kas yığını birçok işi yapmaya muktedirdi. 

Pi dili biraz tuhaf bir dildi. Pi dilinde bir kelime hem kendi anlamında hem de tam tersi bir anlamda kullanılabilirdi. Mesela “hayır” kelimesi hem hayır hem evet anlamına gelebilirdi. Yine de hayır’ın evet anlamında kullanılması sorun yaratabilirdi. Pi dilinde her duruma uygun birbiriyle taban tabana zıt anlamda en az iki özlü söz bulunur ve bunların her ikisinin de sık sık doğrulandığı görülürdü. Ancak bu karmaşaya rağmen bu dili konuşanlar birbirileriyle kolayca anlaşabiliyordu.

Pi ülkesinde her an bir şeyler başlar ama hemen hemen hiçbir şey bitmezdi. Temeli iki yüz yıl önce atılan bir liman inşaatı hâlâ sürüyordu. Öyle ki, Pi ülkesinin topraklarını miras olarak devraldığı Ui imparatorluğunun kendi ağırlığını taşıyamayıp dizleri üzerine çökmesiyle tam olarak yere kapaklanması bile yaklaşık beş yüz yıl sürmüştü. Ui imparatorluğunun yıktığı Ru krallığında ise aynı süreç sekiz yüz yıllık bir zamana yayılmıştı. Pi ülkesinin mahkemelerinde davalar kolay kolay sonuçlanmazdı. Bazı davalar dededen toruna, onlardan da kendi torunlarına miras kalırdı. Çoğu dava zamanaşımından düşer ama bir yolu bulunup tekrar açılırdı.

Pi ülkesi parlamentosu genellikle mükemmel yasalar çıkarırdı ama yasalar tam da mükemmelliği yüzünden bir türlü uygulanamazdı. Sonra bunlar biraz kusurlu olacak bir şekilde değiştirilir ancak bu defa da o kusurları nedeniyle işleyemezdi. Devlet ve vatandaşlar çözümü yasalar hem varmış hem yokmuş gibi davranmakta bulmuştu. Örneğin Pi ülkesinin ceza kanununda idam cezası vardı ama idam cezaları pek infaz edilmezdi. İdam cezalarının infazından kaçınılıyor oluşu devletin her an sertleşip parlamento izni bekleyen idam cezalarını bir çırpıda onaylayarak zavallı mahkûmları ipe çekmeyeceği anlamına gelmezdi.

Pi ülkesinin vatandaşları birbiriyle pek de iyi geçinemezdi. Ufak bir kıvılcım korkunç bir patlamaya yol açabilirdi. Ancak başka bir ülkede meydana gelse iç savaşa yol açacak bir gerginlik Pi ülkesinde önemli bir çatışmaya yol açmadan kendiliğinden yavaş yavaş sönüp gidebilirdi. Bu ülkeye dışarıdan bakan biri her an toplumsal bir kıyamet kopacak, Pi ülkesi sakinleri birbirini boğazlayacak sanırdı. İşin tuhafı Pi ülkesinin vatandaşları da zaman zaman bu ihtimalden bahseder ve geleceğe endişeyle bakardı ama o endişeler şimdiye kadar hep boş çıkmıştı. Pi ülkesinde aşırılıklar yaygın değildi ama bu durum her an korkunç bir olayın meydana gelmeyeceğini garantilemezdi.

Pi ülkesi vatandaşları ciddi, mesafeli ve asık suratlı insanlardı ancak bu ciddiyet ufak bir etkiyle yerini kolayca laubaliliğe bırakabilirdi. Pi’liler birbirini hep ikiyüzlülükle, olayları değerlendirmekte sübjektif davranmakla ve çifte standart uygulamakla itham ederdi. İşin tuhafı bu, istisnasız herkes için geçerli olacak şekilde doğruydu. Her Pi vatandaşı aynı anda hem haklı hem haksız hem sapına kadar dürüst hem aynı derecede sahtekârdı. Pi ülkesinin insanları birbirinden nefret ederdi. Ancak bu nefret onları birbirine bağlayan güçlü ve kutsal bir bağdı. Pi’liler birbirinden o kadar nefret etmese büyük ihtimalle bir arada kalamazlardı. 


Pi’liler ülkelerine hastalık derecesinde sevgiyle bağlıydılar ancak ülkelerinden aynı derecede nefret ederlerdi. Öyle ki, Batı sınırlarındaki ülkeler kapılarını kapatıp engel olmasa Pi ülkesi bir günde boşalabilirdi. Pi ülkesinin vatandaşları yardımseverdi. Düşene yardım etmeye bayılırlardı, ancak kendilerinden yükseğe tırmanana karşı da bir o kadar haset duyar ve hemen paçasından tutup aşağı çekerlerdi. Bu yüzden herkes ortalarda bir yerde dururdu. Pi ülkesinin vatandaşları inançlarına ve geleneklerine bağlı, faziletli insanlardı. Günaha girmekten, toplum tarafından kınanmaktan ve Tanrıdan korkarlardı. Ancak bu korkuları onları "ayıp", "günah", "yasak", "haram" sayılan şeylere yönelmekten, dünya nimetlerini bir ucundan da olsa tatmaya çalışmaktan geri koymazdı. 

Pi ülkesinin ordusu disiplinli ve güçlü bir orduydu. Ancak ciddi bir düşman saldırısında darmadağın olacak gibi de duruyordu -ki geçmişte bu durum birkaç defa  yaşanmıştı. Pi ülkesinin ordusu ciddi bir düşman saldırısında hezimete uğrayabilirdi fakat bu yenilgi Pi ordusunun beklenmedik bir şekilde şaha kalkıp düşmanı kovalamayacağı anlamına gelmezdi -ki bu da olmamış değildi. Bu yüzden, düşmanlarının Pi ülkesinin topraklarında gözü olsa da sonucu tam kestiremediklerinden Pi ülkesine savaş açmak istemezlerdi. 

Pi ülkesi hemen hemen her zaman kaos içindeydi ancak o kaosun kendi içinde bir düzeni vardı. İşler karmaşık, bıktırıcı ve asla anlaşılamayan bir mekanikle şaşmaz bir şekilde yürürdü. Zaman zaman ağır krizler patlardı. Her şey tıkandı, kördüğüm oldu, içinden çıkılmaz hale geldi derken aniden bir çıkış yolu bulunurdu. Bununla birlikte, o alışılmış kaotik düzen içinde her şey tıkır tıkır işlerken birden bire bütün işler sarpa sarabilirdi.

Pi ülkesinde sorunlar çözülemezdi. Sorunlar ortaya çıktıktan bir süre sonra neredeyse doğdukları koşullardan ve sebeplerden bağımsız bir şekilde, canlı bir organizma olarak yaşamaya başlar ve şehirlerin merkezindeki büyük meydanlarda dikili heykeller gibi ortada apaçık durmalarına rağmen zaman içinde varlıkları bile unutulurdu. Sorunların çözümünü ikinci ve daha büyük bir sorun haline getirmek Pi'lilerin en sıkı şekilde bağlı oldukları geleneklerinden biriydi. Bu nedenle Pi ülkesinde sorunlar, çınar ağaçları ve kaplumbağalar kadar uzun yaşardı.

Pi ülkesinde iddialı projeler büyük bir heves ve heyecanla hayata geçirilmeye başlanır, ancak uygulama asla aynı hızla yürümezdi. Baştaki heves ve heyecan yavaş yavaş kaybolur, işler savsaklanırdı. Bu yüzden her şey yarımdı; metro inşaatları, demiryolu projeleri, binalar, kaldırımlar… Ancak Pi’lilerin işleri yarım bırakma huyu bazı projeleri şaşırtıcı bir hızla tamamlamamalarına ve mükemmel denebilecek bir şekilde işlemesini sağlamalarına engel olmazdı.

Pi ülkesi demokrasiyle yönetilirdi, ancak tam da demokrasi denemezdi buna. Hükümetler halk iradesini, halkın iradesinin tam zıddı şeyleri yapmak için kullanırdı genelde. Yine de rejim bir diktatörlük sayılmazdı. Anayasa demokrasiyi güvenceye alıyordu. Fakat Anayasanın sağladığı bu güvence diktatörlüğe de bir kapı aralayabiliyordu. Zaten o Anayasayı yapan da ülkenin son diktatörüydü. Pi ülkesinde diktatörler de tam diktatör değil gibiydi. Ülkede neredeyse periyodik denebilecek aralıklarla yönetimi diktatörler ele geçiriyor ama bunlar verdikleri ilk demeçte en büyük hedef ve özlemlerinin tez zamanda demokrasiye geçmek olduğunu açıklıyorlardı. İşin şaşılası yanı, bu sözlerinde duruyorlardı da. Her diktatörlük dönemi yerini demokrasi olmayan ama demokrasi gibi de işleyen bir rejimin hâkim olduğu bir devreye bırakıyordu.

Pi ülkesinde halk diktatörleri sevmezdi, ama onların başa gelmesine de pek itiraz etmezdi. “Diktatör ebediyen iktidarda kalsın mı, belli bir süre sonra yönetimi bıraksın mı?” sorusunun sorulacağı bir halkoylamasında yüzde 99 “kalsın” sonucu çıktıktan bir gün sonra yapılacak yeni bir referandumda yüzde 95 oranında “bıraksın” sonucu da çıkabilirdi. Ancak bu durum Pi ülkesinin vatandaşlarının kafasının çok karışık olduğu şeklinde yorumlanmamalıydı. Onlar bu tür kararlarla hep optimum noktayı bulmaya çalışırlar ve şaşmaz bir şekilde hemen hemen her defasında da bulurlardı.

Her şeyin optimum noktada karar kılması sistemin en az toplumsal enerji sarfiyatıyla işlemesini sağlıyordu ancak bu kaotik ama aynı zamanda güvenli yeknesaklığın yarattığı sıkıntı da kendi başına bir sorun oluşturuyordu. Pi ülkesi bu haliyle, kirli ve ter kokan çamaşırların üzerine şık bir elbise giymiş bir soyluya benziyordu biraz. Görünüş idare ederdi ama yanlış giden, yüz yıllardır yanlış gitmekte olan da bir sürü şey vardı. Pi ülkesinde haksızlık çoktu. Eşitsizlik çok fazlaydı. Bu bakımdan gezegenin en kötü ülkesi sayılmasa da servet paylaşımındaki adaletsizlik korkunçtu. Daha da berbat olabilirdi ancak Pi ülkesinin temel özelliği olan vasatlık bu konuda da kendini gösteriyor ve sistem en diptekini biraz yukarı iterken en tepedekini de azıcık aşağı çekerek toplumsal çelişkilerin ani ve büyük bir patlamaya yol açmasını önlüyordu.

Bununla birlikte, Pi ülkesi üzerine kafa yoran teorisyenler, söz konusu ülke Pi ülkesi olsa bile bu büyük haksızlık ve çelişkilerin köklü bir dönüşüm için koşulları olgunlaştırdığını ve her an, sayısız kafanın orak yemiş buğday başakları gibi uçacağı, büyük, derin, kanlı ve sarsıntılı bir devrimin gerçekleşebileceğini iddia ediyorlardı. Bu amaçla kurulmuş devrimci “İdeal Sistem Partisi” (İSP) yaklaşık seksen yıldır “çok yakın bir zamanda” devrim olacağını müjdeliyor ve ezilen halkı bir an önce saflarına katılmaya çağırıyordu. İSP teorisyenleri Pi ülkesinde çıkan her ekonomik veya siyasi kriz için, “sistemi geri dönüşü olmayan bir noktaya sürükleyip çökertecek son büyük kriz” tespitinde bulunuyor, ancak sistem her defasında bu tespiti yanlış çıkartıp kendini toparlamayı başarıyordu. Böyle dönemlerde İSP bir süre sessizliğe bürünüp kendi içinde hesaplaşmalara girişiyor, bölünüp bünyesinden birkaç fraksiyon çıkarttıktan sonra faaliyetlerine kaldığı yerden aynen devam ediyordu.

İSP, Pi ülkesi ölçülerine göre olması gerekenden biraz fazla radikal bir örgüttü. Adına hareket ettiği halkın onu genellikle yalnız bırakmasının asıl sebebi belki de buydu. Ancak İSP yöneticileri bu yöndeki tezleri asla kabul etmez ve bu türden eleştirilere kulak asmazdı. İSP zaman zaman çok kan döken radikal bir yapı olsa da neticede o bir Pi ülkesi örgütüydü. O da tıpkı ait olduğu ülke gibi uçlarda gezinir ama ortalarda bir yerde dururdu. Savaş kararı alır, birkaç yerde bombalar patlatıp sivilleri ve azımsanmayacak sayıda güvenlik görevlisini öldürdükten sonra, aslında şiddet istemediğini açıklayarak eylemsizlik kararı aldığını ilan ederdi. Tam “bitti, İSP şiddetten vazgeçti, artık kan dökülmeyecek” derken sebebi pek anlaşılamayan ani bir politika değişikliğiyle “düşmana nihai darbeyi vurmak için” devrimci savaşa başladığını duyururdu. Bu dönemlerde çatışma şiddetlenir, devletin güvenlik güçlerinin yanı sıra İSP de ağır kayıplar verir ve geri çekilmek zorunda kalırdı. Bu şekilde “nihai savaş” İSP için bir “nihai çöküş”e dönüşür gibi olur, militan kadrolarının bir kısmı pişman olup örgütten ayrılır, örgütte şiddetli iç kavgalar başlar ve dağılma noktasına gelirdi. Ancak daha önce belirtildiği gibi, Pi ülkesinde hiçbir şey tam olarak bitmezdi. Her ne kadar insanı bıktıran Pi sistemini ortadan kaldırma amacıyla kurulmuş olsa da bu kural İSP için de geçerliydi.

Pi ülkesinde bilim de biraz farklı işlerdi. Bu ülkede su duruma göre bazen kırk bazen de iki yüz santigrat derecede kaynardı. Pi matematiğinde işlem sonuçları hesabı yapanın arzusu ve niyetine göre çıkardı. Yani sekizi dörde böldüğünüzde on altı sonucu elde etmek istiyorsanız Pi matematiğinin bu sonucu vermesi mümkündü. Yine de Pi ülkesinin bankaları ve tüccarları para işlerinde Pi matematiğini değil klasik evrensel matematiği kullanmayı tercih ederlerdi.

Pi ülkesinde öteki her şeyin olduğu gibi hikâyelerin de bir sonu yoktu.

5 Aralık 2011 Pazartesi

Olmasan




Orda öyle duruyorsun, güzelliğin dikey bir kanıtı gibi
Boşluğun kütlesinden yontulmuş canlı bir heykel
Hatların kusursuz bir orantıyla bölmüş evreni
Orada öyle duruyorsun
Her akşam o kirli kaldırım bir anlığına şenlensin diye.
Senin dışında kalan uzam ışıltısız
Kaldırımlar zaten çer çöp
Tabelalar çirkin
Havada kurşuni bir kasvet
Asfalttan tabanlarıma vuran kan uğultusu
Kulağımda savaş naraları, küfürler, ambulans sirenleri.

Bir yetim kıza bir memleket tecavüz ediyor sırayla
Erdem ve namus içinde
Ahlak ve töre içinde
Kalbimize boşaltıp kasıklarındaki zehri
Lekeli donlarını çekip mazbut yaşantılarına dönüyorlar
Çoban değil hiçbiri
Gayet vatandaş, alabildiğine millî
Belki Cumaları namaza gidecekler nikâhları düşmesin diye
“Çocuk bayramı”nda bayrak asacaklar pencerelerine.

Ah, senin dudaklarının o kızılı da olmasa kırmızıya inancımı yitireceğim.

Orada öyle duruyorsun
Her akşam bir sigara içimi müddetince. O otobüs gelinceye
Küçücüksün;
ve ellerin burada bulunuşun kadar narin ve ölümlü
Ama kainattan kesip aldığın hacim kainatın kendisi kadar büyük
Bu anlamın inancıyla ayaktayım hâlâ
Orda olmasan beni her sabah yatağa çivileyen “tekrar”ı yenip de kalkamam.

Orda öyle duruyorsun
Saçlarını usulca savuruyor rüzgâr
Kirpiklerine dolaşıyor bir teli, bir başkası ağzına giriyor.
Şefkatle tutup ensene atıyorsun
Bir elmayı dalından düşerken görsen yüreğin sızlar
O merhametin ki, aslında bir âlemi kurtarmaya yeter
Bir bilsen; bir bilseler.

Orda öyle duruyorsun
Her akşam benim hayata yeniden başlama müddetimce
İncecik boynun, vaatkâr memelerin, sıcak ve gergin karnınla
Bağırsakların gurulduyor
Ayıp bir şey düşünüyorsun, tüylerin ürperiyor aniden,
Böyle şeyler düşünmek insanı hapşırtır; hapşırıyorsun.
Acıkmış, üşümüşsün
Şehrin tozu matlaştırıyor yüzünü
Kalabalığın kiri silüetini gölgeliyor
Yoksayıyorum öteki her şeyi
Bakışım bakışına değiyor ara sıra.
Gülümsüyorsun
Tanrının iyi tarafını görüyorum gözlerinde.

Orda öyle duruyorsun her akşam
Her şey iyiye gidiyor bir anlığına
Sonra bir otobüs geliyor, biniyorsun
Kütlenden daha derin bir boşluk kalıyor geride
Gölgene bakıyorum
Taştaki ayak izlerine
Havaya çizdiğin resme
Otobüsün camından sızan bulanık bakışına
Sigaram tükeniyor, topuğumla bastırıp söndürüyorum
Bir gün daha bitiyor
Birazdan beni de alacak bir otobüs
Eve gidip kurulacağım televizyonun karşısına
Nutuk dinleyeceğim, karanlık sözler işiteceğim
İnsan mezbahasından canlı yayın var bugün yine

Ah, sen her akşam orda olmasan...